Ara

Populer Sayfalar

Son Yorumlar

Toplam Goruntulenme Sayisi

Hakkinda

-
23 Mart 2014 Pazar
Bu yazı, Güne Çizgifilmle Başlamamak yazısının devamı niteliğindedir...

Güne çizgifilmle başlamama uygulaması üzerinden tam bir hafta geçti. Sonuç başarılıydı. Çocuklarım, hızlı bir şekilde yeni düzene ayak uydurdular. Artık uyanır uyanmaz oyuncaklarının başına geçiyorlar. Bazen bireysel bazen de birlikte oynuyorlar. "Ağaç yaşken eğilir!" atasözüne bu süreçte yakinen şahit oldum. Oysaki bu uygulamayı çocuklarım yedi sekiz yaşlarında olduğu zaman uygulayacak olsaydım bu kadar kısa süre içinde böyle büyük bir başarı elde edemezdim.

Bazen ebeveynler olarak çocukların ilk yıllarını hafife alabilyor, ergenlikte yaşanan sorunları kendimize uzak görebiliyor ve kendimizin de benzer sorunlar yaşabileceğimizi hayal edemiyoruz. Kısacas zamanları kopuk bır şekilde algılıyoruz. Ergenlikteki sorunların aslında ilk yılların birikimi neticesinde oluştuğunu göremeyebiliyoruz. Geçmişi, bu anı ve geleceği aynı anda önümüze koyup, arada ilişkilendirmeler, ders çıkarımları, yapılması gerekenler, hatalar, hataların geleceği nasıl etkileyeceği ve etki alanının nasıl azaltılabileceği gibi tefekkür çerçevesinde ele alınabilecek mevzuları çok düşünmeden telaşlı bir şekilde çocuklarımızın ilk yıllarını tüketiyoruz. Ardından yavaş yavaş sorunların içine itiliyoruz ve zamanla dallanan budaklanan bu sorunların içinden de rahatlıkla çıkamıyoruz.

Atalarımız "Ağaç yaşken eğilir!" derken büyük bir bilgelikle dikkatimizi çocuklarımızın ilk yıllarına çekiyorlar. Altın değerinde olan bu zamanların bilinçli, planlı ve eşlerle istişareli bir şekilde ele alınması konusunda aslında bize yıllar ve asırlar öncesinden tek cümlelik büyük bir seminer vermiş oluyorlar. Hz. Bediüzzaman Said Nursi de  şu cümlelerle ilk yılların önemine ve bilhassa annelerin sorumluluğuna dair vurgular yapıyor:

“Ben seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.” 

Yazının başındaki mevzuya dönecek olursak bu son bir haftadır çocuklarımın sabahın o ilk nurlu anlarını daha kaliteli geçirdiklerini görebiliyorum. Yalnız bazı akşamlar, her hangi bir amaç güdmeksizin -biraz da tembelliğimden olsa gerek- oyuncakları oyun odasında yerden kaldırmadım ve sabah uyanır uyanmaz çocukların yerde serili oyuncaklarla daha seri bir şekilde oyuna daldıklarını farkettim. Bu gözlemim neticesinde çocukların sabahları oynayabilecekleri bir kaç etkinliği önceki akşamdan görebilecekleri şekilde odaya bırakma kararı aldım.Fotoğrafta gördüğünüz üç yapbozdan en büyüğünü dün akşam yapmışlardı. Sabah uyanır uyanmaz diğerlerinin başına oturdular. fotoğrafı çektiğim anda birlikte eksik parçayı arıyorlardı...




20 Mart 2014 Perşembe
Aslinda bir suredir tamamen baska bir konu uzerine yazmayi dusunuyordum... Ama bu aksam aslinda baska birsey arastirirken denk geldigim bir konudan bahsetmek istiyorum...

Bir yazida okuduguma gore sac kurutma makinasi kullanan cocuklar radyasyona maruz kaliyormus.. Yazida sac kurutma makinalarinin elektro manyetik radyasyon yaydigi, ve uzerine bir de kafaya cok yakin tutuldugu icin cok tehlikeli oldugundan bahsediliyor.. Sac kurutma makinasinin yetiskinlere bile tavsiye edilmezken, cocuklarin kafa yapisi daha gelismekte oldugundan oturu cocuklara hic tavsiye edilmedigi yaziyor. Yaziya burdan ulasabilirsiniz;
Saç kurutma makinesi kullanan çocuklar radyasyona maruz kalıyor

Bu yazidan sonra 'yok olur mu canim boyle sey, biraz abartili bir haber' diye dusunerek, biraz daha arastirdim..
Asagidaki linkteki sitede de sac kurutma makinalarinin manyetik alaninin cok yuksek oldugu, ve hipofiz bezinden melatonin hormonunun salgilanmasini etkilediginin uzerinde duruluyor. Bu sebeple aksamlari kullanilmamasinin ve kisa araliklarla kullanilmasi gerektiginin uzerinde duruluyor.
Elektromanyetik radyasyondan korunmak için pratik öneriler

Bu yazinin cok benzerine yabanci bir sitede de rastladim. Ayni sekilde kullanilmamasi gerektigi, ve illa kullanilacaksa kisa sureli kullanilmasi gerektigi, ve aksam 7den sonra kullanilmamasi gerektiginden bahsediliyor. (Bu site ingilizce)
Harmful Effects of Radiation

Her iki sitede de ozellikle aksam kullanilmamasi gerektiginden bahsedilirken melatonin hormonu etkiledigi vurgulaniyor ki, melatonin hormonu hucreleri yenileyici, bagisiklik sistemini duzenleyici, ve buyume hormonunu arttirici etkiye sahip...

Oglum 2 yasinda ve aslinda cok yeni, son 1-2 aydir kullanmaya baslamistim. Havalarin cok soguk olmasi nedeniyle usumesin diye dusunmustum.. Bu yazidan sonra kullanirmiyim, yoksa banyodan sonra onu bir sure kalorifer yaninda oturtmak icin ikna cabalarina mi girisirim bilmem.. :)
16 Mart 2014 Pazar

Son zamanlarda çocuklarım uykudan uyanır uyanmaz çizgifilm izleme talebine başlamışlardı. Ben de rahatlıkla kahvaltı hazırlayabilmek için bunu fırsat bilip onlara uygun gördüğüm ve onların da tabi istedikleri çizgifilmleri açıyordum ama bu durum son günlerde beni rahatsız etmeye başladı. Endişemi her hangi bir araştırma sonucuna dayandıramıyorum ama beni rahatsız eden bu durumu düzeltmem gerektiğine kanaat getirdim. Endişemin kaynağı şuydu: Sabah tertemiz ve zinde bir zihinle ve bedenle ve hislerle güne başlayan çocuklarım -her insan gibi- bu zindelikle onlara daha çok katkı sağlayacak başka etkinliklere yönelmeliydiler. Çocuklarım başka etkinlikleri arzulamalıydılar. Bütün gece uyku halinde olan zihin ve bedenleri çizgifilm izlemek gibi beyni ve bedeni uyuşturan bir aktivite ile canlanamazdı.Ayrıca zihinleri ve bedenleri en verimli zaman diliminde daha eğitici ve kazancı bol olan işlerle meşgul olmalıydı.

Bu sebeple bu sabah uyandıklarında onların çizgifilm talebini çok keskin bir hayırdan ziyade başka alternatifler sunarak reddettim ve çocuklar biraz ısrardan sonra kararlığımı farkedince vazgeçtiler. Alternatif olarak sunduğum büyük bloklarla kule yapmaya başladılar. Tabi oğluma sağlam bir kule yapması konusunda yardımcı olma sözü vermeseydim onu Calliou'u izlemekten çok rahat vazgeçiremeyecektim. Ardından kızım da katıldı ve sonunda oğlum fotoğraftaki kuleyi inşa etti. Ardından kızımla oğlum  bir süre bebeklerle birlikte oynadılar. Kahvaltıya oturduklarında bayağı dilleri çözülmüştü ve muhabbet ede ede kahvaltımıza başladık. Sonuçta yaptığım değişiklik  en azından bugün için başarılı oldu ve evde diğer sabahalara nazaran daha pozitif ve canlı bir atmosfer oluştu.

 Aslında uzun vadede hedefim çocuklarımın güne ibadetle, duayla, tefekkürle başlamalarını sağlamak. Kendi hayatımın düzene girmesi için de benim buna çok ihtiyacım var. İki yıl aralıkla iki çocuğa sahip olmanın bende oluşturduğu bir takım düzensizlikleri inşaallah çocuklarımla gidermeye kararlıyım. Bu kararlığımın çocukların ileriki yıllarına etki deceğini düşünürken kararlılığım daha da kuvvet kazanıyor. Şöyle beş on yıl sonra onları sabah namazı kıldıktan sonra ellerinde kitaplarıyla bana eşlik ettiklerini hayal etmek, okudukları yerler ile ilgili sorular yönelttiklerini, ya da beğendikleri parçaları heyecanla paylaştıklarını düşünmek beni çok mutlu ediyor ve heyecanlandırıyor. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilemem tabi ve tamamen benim elimde de değil ama Rabbimden bu hayalleriminin dua yerine geçmesini dilerim...

13 Mart 2014 Perşembe

Çalıştığımız bir işte artık verimli olamadığımızı düşünüyorsak, çözümsüz problemlerle karşı karşıya kaldıysak ve kaldıramadığımız bir noktaya geldiysek bizim için son çare, istifa etmektir. Malesef dünyada bir çok insan çoğu zaman çözüm niteliğinde olan istifanın mümkün olmadığı bir mesleğe hazırlıksız başlıyor, tabiri caizse balıklama atlıyor. Bu mesleğe bir ön hazırlık mahiyetinde, kişinin okumak için evinden ayrılıp uzaklara  gitmesi şart değil. Kimse bu mesleğe sahip olabilmek adına stres dolu sınavları geçmek, projeleri tamamlamak zorunda bırakılmıyor. Bu mesleği icra etmek için diploma ya da sertifika alma zorunluluğu da yok. Değişen dünya ahlak anlayışını dikkate alacak olursak, eskiden evlilik şartı olan bu mesleğe adım atmak için çoğu yerlerde ve çoğu kişilerce artık evlililik gibi emek isteyen bir önşartı taşımak da gerekmiyor malesef. Bu mesleğin ne olduğunu eminim tahmin etmişsinizdir: Evet bu meslek istifası mümkün olmayan ebeveynlik mesleği. Ben çoğunlukta meseleyi kendimle özelleştirdiğim için annelik mesleği diyeceğim.

Evet anneliğin istifası mümkün değil.  Malesef, ömrümüzün  sonuna kadar devam edecek bu mesleğin yüklediği büyük sorumluluklara ters orantılı olacak şekilde bu işi hafife alıyoruz. Bu mesleğin hazırlık süresinin çok uzun olduğunu ve bütün geçmişimize yayıldığınının farkında olmadan yetiştiriliyoruz ve eğitiliyoruz. Bu meslekte başarılı olmak için aslında insan oluşumuzu en üst seviyede yaşama, üstün ahlak yapısına sahip olma, iletişim becerisiyle donatılmış olma gibi önşartları taşımamız gerektiğinin farkında olmadan bu istifası mümkün olmayan ağır yükü omuzluyoruz. Bahsettiğim ve daha bir çoğunu ekleyecebileceğimiz bu kadar önşartı olan bu mesleği de hazırlıksız oluşumuzdan dolayı hakkıyla yerine getiremiyoruz. 

Ciddi bir ön hazırlık gerektiren annelik  mesleği sorumluluk ister ama bu mesleğin zorlukları altında ezilerek anne olmanın zevkini yaşayamamak da ifrattandır tabi ve anneliği gerçek anlamda yapmaya engel teşkil eder.Çocuğuna bu sorumluluğun ağırlığıyla yaklaşan anne onunla oynarken nasıl çocuklaşabilir ki?  Yanlış yapma korkusuyla yaşayan bir annenin çocuğuyla samimi ve güçlü bir ilişki kurması mümkün değil. Esas olan fıtri davranmak, doğal olmak. Güzel hasletlerin fıtratımız haline gelmiş olması çok önemli. Sözünde duran, hiç yalan söylemeyen, insanlarla ve özellikle eşiyle ilişkilerinde son derece nazik, saygılı davranan ve en sinirli anında bile güzel üslubundan vazgeçmeyen bir insanın ebeveynlik adına ek olarak yapacağı pek bir şey yok. İşte bu yüzden anneliğin, ön hazırlığı bütün geçmişe yayılmış bir meslek olduğunu ifade etmiştim. Şimdilerde ne zaman çiçeği burnunda bir anne ya da anne adayı görsem ve eğer ortam buna uygunsa muhakkak şu tavsiyelerde bulunurum: İlk yapılacak şey eksiklerimizi tespit edip tamamlamaya çalışmak ve taşımadığımız güzel hasletleri  fıtratımıza yerleştirmeye gayret göstermek. Bu tavsiyelerimin altında kendi eksiklerim ve bu eksiklerin bana yaşattığı sorunlar var hiç şüphesiz.

Acaba çocuklarımıza güzel hasletlerimiz yanında hatalı davranışlarımızla da güzel örnek olamaz mıyız? Çocuklarına hatalı davrandığını düşünen ve bundan dolayı vicdanen çok ciddi rahatsızlık duyan anneleri rahatlatma adına şunu diyebilirim: Bir çocuk hata yaptığı takdirde bu hatayı en güzel telafi yolunu nasıl öğrenecek? Hatasından daha büyük bir hata doğurmamak adına kendini nasıl kontrol edeceğini nerden bilecek? Aslında yaptığı hataların kendini zenginleştirecek vesileler olduğunu ona birilerinin hal diliyle anlatması gerekir. İşte biz ebeveynler, çocuklarımızla iletişim kurarken yaptığımız her hatayı özrümüzle, hatayı kabullenme büyüklüğüyle, hellallik isteme ve bir daha yapmamaya dair söz verme gibi telafi yollarıyla sergileyerek çocuklarımıza yine en güzel örnek olabiliriz. Hata yapmanın insana has olduğunu ve affetmenin büyüklüğünü de onlar bizim hatalarımızdan öğrenecekler.

İstifası mümkün olmayan annelik mesleğinden istifa etmeyi isteme derecesine gelmemek adına önemli gördüğüm bir tavsiyemi paylaşmak istiyorum: Aciz olduğumuzu, her bir an-ı seyyale Allah'ın yardımına muhtaç olduğumuzu  ve yanlışlara düşmekten her daim Allah'a sığınarak manevi gücü hissedebileceğimizi asla unutmamalıyız. Beni çok rahatlatan ve “Hikmet, değerli bilgiler müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa almaya daha hak sahibidir.” (Tirmizi, İlim 19; İbn Mâce, Zühd 17) hadisini hatırlatan şu kudsi hadis üzerinde kafa yormak gerekir:

"... Kulumu bana yaklaştıran şeyler arasında en çok hoşuma gideni, ona farz kıldığım (aynî veya kifaye) şeyleri  eda etmesidir. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, sonunda sevgime erer. Onu bir sevdim mi artık ben onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı (aklettiği kalbi, konuştuğu dili) olurum. Benden bir şey isteyince onu veririm, benden sığınma talep etti mi onu himayeme alır, korurum..." ((Buhârî, Rikak 38.)

Yukarıdaki kudsi hadis aslında istifası mümkün olmayan annelik mesleğini en güzel bir şekilde ve ağırlığı altında ezilmeden icra edebilme adına çok şifalı bir reçete sunmaktadır. Nafilelerle Allah'a yaklaşan bir insanın, Allah'ın sevgisini kazandığı takdirde attığı adımların, dillendirdiği sözlerin, sergilediği davranışların isabetli olmaması mümkün değil. Allah'ın emaneti bir yavruyu ancak Allah'ın himayesi altında bir insan hakkıyla yetiştirebilir ve bu emaneti yetiştirme vazifesinden dolayı  istifa etmeyi arzulamak ve bıkkınlık göstermek şöyle dursun, böyle bir vazifeyle vazifelendirilmiş olmaktan duyduğu memnuniyet hissinin verdiği enerjiyle, iştiyakla yavrusuna kendini verir.

Allah, bu mesleği büyük bir iştiyakla, bıkkınlığı ve  tükenmişliği yaşamadan en güzel bir şekilde yerine getirmeyi nasib etsin inşaallah....


5 Mart 2014 Çarşamba

Bu aralar bir konuya yoğunlaşmış durumdayım. Ebeveynlikte artık olması gerektiğine inandığım ve her ferdin muhakkak anne-baba olmadan önce yeterliliğini ölçmesi gerektiğini düşündüğüm bir davranış: Bir kişiyle yaşanan gerginliğinin, kalp kırıklığının, kendini çok iyi ifade edememek ya da ifade etme fırsatı olmaması durumda oluşan ve 'hınç' denebilecek duygunun masum yavrulara yansıtılması ve adeta acısını hiç bir suçu olmayan evlatlardan çıkarılması...

Az önceki cümlemi okuyan her ebeyevn bu davranışın kesinlikle yapılmaması gerektiğine inanacaktır ama gelin görün ki bunu çoğumuz hem de çoğu zaman malesef yapıyoruz. Kimimiz bundan dolayı vicdan azabı duyuyor, kimimiz de yaptığı yanlışın farkında olmaksızın hayatına devam ediyor. Bu yazıyı vicdan azabı duyan ebeveynlerin daha fazla istemedikleri bu duruma maruz kalmalarını engelleyecek bir kaç küçük öneri ve farkında olmayanlara ise bu farkındalığı oluşturacak bir kaç uyarı. sözlerimden benim tamamen masum olduğum anlaşılmasın. Öneri ve uyarılarım kendime aynı zamanda.

Bir arkadaşımızla tatsız bir olay yaşadık. Anlaşılmadığımızı düşünüyoruz ve anlaşılamamanın ruhumuzda oluşturduğu garip ve sevimsiz bir duygu var.  Sevimsiz duygular ruhta ağırlık oluşturur ve insanı dalgınlaştırır. Zihinde sürekli evirilir çevirilir ve bir türlü önündeki işe yoğunlaşamaz insan. Zihin bu işle meşgulken arkadaki çocuk ağlaması, evladımızın arkamızdan çekiştirirek birşeyler istemesi ya da sesini bize duyurma, kendini farkettirme adına yaptığı taşkınlıklar bizi rahatsız eder ve bir an gelir kan beynimize sıçrar. İşte o noktada artık kontrolü kaybeder ve hiç olmaması gereken bir tepkiyle evladımızı kırarız.

Sevimli duygular ise hareketlidir ve insan ruhunda ağırlık oluşturmak yerine havanın balonu diğer nesnelere nazaran daha uçucu hale getirmesi misali insanı harekete geçirir. Yüreği kıpır kıpır olan insan bu duygularla evladına daha musamahalı olur. İsteklerini yerine getirir ve yavrusunun kendini farkettirme çabasına girmesine engel olur. Ama bu duygular yine çok yoğun yaşanırsa insan bulunduğu andan kopar ve ilk o sevimli duyguyu yaşadığı ana yoğunlaşmak ister. Çocuklar ise her daim anne ve babayı bulundukları ana sabitleme çabasındandır.

Sonuç olarak bulunduğumuz anı yaşayabilmek çok önemli. Bu genel bir hayat kuralıdır aslında. Lise yıllarında öğrendiğim ve bana çok şey öğreten şu söz bunu en iyi anlatır: "Geçmişin tecrübeleriyle, geleceğin umutlarıyla bugünü yaşa!" Ya da bir ezgide ifade edildiği gibi "Dem bu dem!". Konu çocuklarımız olunca bu hayat kuralı daha bir önem arzediyor. Ebeveynler olarak bundan başka alternatifimiz yok.

O halde çözüm ana yoğunlaşmak, anı yaşamak. Çocuklarımız bizim o anlarımıza çok muhtaçlar. Bütün benliğimizle onlara yönelmemizi istiyorlar. Zihnimizdeki çözülmemiş meseleleri ertelememizi, yaşamış olduğumuz güzel duygulardan sıyrılıp onlarla birlikte olmanın keyfini çıkarmamızı arzu ediyorlar. Gerçekten çocuklarımız onlarla geçirdiğimiz zamandan zevk aldığımızı hissetmek istiyorlar. İşte o zaman değerli olduklarına inanıyorlar.

Sizlerle oğlumla bir anımı paylaşma arzusu doğdu bende: Bir sabah çok güzel bir rüya gördüm. Memleketim Mardin'e bahar gelmiş. Heryer yemyeşil ve ben çok özlediğim küçüklüğümde çokça dolaştığım yerlerdeyim. Bu rüyamı hemen o sabah kahvaltıda eşime anlattım. Ben anlatırken oğlum sevincimi farketmiş ki hemen bana şunu dedi: " Anne ben de senin rüyanda olmak istiyorum!" ...

Evet çocuklar anne ve babalarınının mutlu olduğu anlarda olmak istiyorlar. Bu derece ihtiyaç içinde olan çocuklarımızı hiçbir suçları olmadığı halde tamamen dış sebeplerden dolayı kırmamız ne acı. Bir anne çocuğunu asla kırmamalı, incitmemeli. Adem Güneş'in tabiriyle "Kaşlarını dahi çatmamalı. " Kendi oğlumdan biliyorum ki bir çocuk için annesinin güler yüzü çok önemli. O halde dışarıda yaşananlar dışarıda kalabilmeli bunun için de 'irade' denilen o sırlı güç devreye girmeli. İradenin hakkı işte tam burda verilmeli ve anne ya da baba iradesini harekete geçirerek duygularını kontrol altına almayı başarabilmelidir. İşte bu yüzden bireylere irade kazandırma çok önemlidir.

İrademizle duygularımıza hakim olabildiğimiz müddetçe ruhen daha sağlıklı olacağız ve bu da doğrudan çocuklarımızı etkileyecektir. Bir diğer nokta da iradeye yardımcı olacak şekilde kafamızı kurcalayan meselenin halledilmesi için gerekli adımları atmak. Meseleyi ilgili kişiyle doğrudan konuşmak ve yine çözülmeyecekse Allah'tan aciz olduğumuz bu durumda yardım istemek olabilir. Aslında günlük hayatta yaşadığımız birçok meselenin halli çoğu zaman elimizde olmuyor. İşte burda Allah'la irtibatımız çok ama çok önemli. Yakın zamanda bunaldığım ve çözmekte aciz kaldığım bir problemin içinde kavrulurken bir vesileyle şu ayetle karşılaştım:

"Ben keder ve hüznümü,derdimi ve sıkıntımı yalnızca yüce ALLAH' a arz ederim.( Yusuf/82)"

Bu ayet-i kerimeyi okuduktan sonra yaşadığım hissettiğim manevi gücü tarif etmem imkansız. Evet aciz kaldığımız anlarda evlatlarımızı kırmak, incitmek yerine Allah'a sığınmak ve yardımını istemek çok daha yerinde olacaktır.



 
1 Mart 2014 Cumartesi
Biz insanoğlu fert fert;  pekçok konuda benzer, hatta aynı yollardan geçiyoruz. Bu durumun evrensel manada ‘’insanlığın ortak tecrübeleri’’ gibi büyük bir üstbaşlık meydana getirdiğini söylemek mümkün. Bireysel ve toplumsal bilinç düzeyimizin, hatta insanlığın bilimsel manada inkişafının insanlık tecrübeleriyle yakından ilgili olduğunu belirtmekte de ayrica fayda var. Dolayısıyla  hiçbir tecrübe, verdiği mesaj itibariyle boş değildir aksine çok kıymetli ve dikkate değerdir. 
Hal böyle iken özellikle sosyal ilişkiler ve insan davranışları söz konusu olduğunda biz insanlar tecrübeye  kulak vermek yerine olayları  bizzat yaşayarak görmeyi tercih ederiz.
 Çünkü tecrübe paylaşımlarının devamında gelen nasihat ve öneriler, bazen karşı tarafta ‘’acaba yeterli mi değilim ki başkalarının tecrübeleri  ve tavsiyeleri doğrultusunda hareket ediyorum?’’algısı meydana getirir ki, bu psikolojik bir direnç noktasıdır ve bizi daha çok kendi seceneklerimizi tercih noktasına iter. Tabii ki bireysel tercihlerimiz önemlidir, bu hakkımızı da rahatlıkla kullanabilmemiz gerekir fakat burada önemli olan galiba yaşanmışlıkların, bize sunduğu kısa yolları ve çözümleri  farketmek; zamandan, emekten, sabırdan yana maddi manevi, kazançlı olunup olunmadığını görebilmek.
Belirttiğim gibi, tecrübeleri elimizin tersi ile bir kenara itip egomuzun  bizi sarp yollara sürüklemesine izin vermişliğimiz çokça vakidir. Çoğumuz bu gerçekliği zor fark eder ve yolumuzu uzatır da uzatırız. Oysa paylaşlan herbir  tecrübe, benzer bir durum ile karşılaşıldığında, ne yapılması gerektiğine dair çok ciddi ipuçları taşır. Ancak süreçler tamamlandıktan sonra  ‘acaba tecrübeye kulak verilse miydi?’ penceresinden bakıldığında, objektif bazı sonuçlara varmak mümkün olabiliyor. Uzun bir projeksiyonla, mevzuyu bireysel zeminden toplumsal zemine, hatta evrensel zemine kaydırmak mümkün. Fakat yazımı annelik tecrübeleri ve paylaşımları ile sınırandırmak ve daha lokal bir zeminde tutmak istiyorum.
Yeryüzünde pekçok kadın annelik tecrübesini yaşarken hemen hemen aynı yollardan geçiyor. Hamilelikten doğuma, bebeğin bakımından beslenmesine, hatta eğitim süreçlerine kadar pek çok konu hem biyolojik hem de psikolojik altyapı itibariyle ciddi benzerlikler gösteriyor.
Örneğin uzmanlar; agressif tutumların, çocuğun davranışlarına olumsuz yansıdığını dolayısıyla anne ve babaların, çocuklarının yanında sakin olmaları, agressif tutumlardan kaçınmaları gerektiğini söyler. Bir anne olarak ben de teyid edebilirim ki, evet gerçekten öyledir; stresinizi dışa yansıtırsanız, çocuğunuz  tıpkı sizin gibi davranır,  tıpkı sizin vücut dilinizi kullanır. Şaşırır kalırsınız, aynada kendinizi görür gibi olursunuz. Yine tecrübeyle sabittir ki naif bir sevgi dili kullanırsanız, aynı naif hali evladınızda göreceğinizden emin olabilirsiniz. Bu bilgiyi tecrübelere kulak vererek veya bizzat yaşayarak, bir şekilde öğreniyoruz.  Dünyanın  pekçok yerinde anneler bu ve benzeri pekçok tecrübeyi  aynı şekilde yaşadı ve yaşamaya da devam ediyor.  Hasılı annelik; her aşaması meşakkatli,  özveri isteyen  zor bir zanaat. Buradan hareketle birbirimize yardımcı olmak adına  tecrübe paylaşımından vazgeçmemeliyiz. Zira hangi tecrübenin kime, nerede, ne zaman ve  nasıl yarayacağını bilemeyiz.
Özellikle  çocuklarımızı evde bekleyen muhtemel tehlikeler konusundaki tecrübe paylaşımları  son derece önemli.
Evinde jaluzi kullanan biri olarak, jaluzi ipinin bir bebek veya bir çocuk için ne büyük bir tehlike teşkil ettiğini  hiç düşünmediğimi ve buna  kafa bile yormadığımı itiraf etmeliyim. Tehlikenin farkına varmam ve bu hususta tedbir almam İngiliz bir ailenin başına gelen acı bir olaydan sonra oldu. Olayda, anne salonda oynamkta olan bebeğini kısa bir süreliğine orada bırakıp banyoya  gitmiş döndüğünde ise bebeğini jaluzi ipinde asılı bulmuştu. Bebek yukarı çekili jalüzinin yere kadar uzanan ipiyle oynarken başına geçirmiş, mekanizmanın harekete geçmesiyle de boğularak hayatını kaybetmişti. Herşey bir anda olup bitmiş ve bir aile evladından olmuştu. Anne haber bülteninde  olayı gözyaşları içinde anlatırken, tehlikeyi erken farkedememiş olmanın acısıyla bütün annelere sesleniyordu, ‘’aynı acıyı yaşamak istemiyorsanız  tedbirinizi alın.’’ Çok acı ve önemli  bir tecrübeydi, ve eminim, paylaşılması pekçok ebeveynin  bu konuda tedbir almasını sağladı.
Yine haber bültenlerinden öğrendiğim ve  İngiltere’de meydana gelen bir başka olayda yatak odasında uyuyan dört haftalık bir bebek, evlerinin bahçe kapısından içeri giren bir tilkinin saldırısına uğramış, bebeğinin çığılığına koşan anne inanılmaz bir manzarayla karşmıştı. Tilki, bebeği elinden kapmış çekmekteydi hatta parmaklarından birini koparmıştı. Anne can havliyle bebeğini kurtarmakla kalmamış, kopan parmagı da tilkiden kapıp soluğu hastanede almıştı.  Bu örnek alışıldık, akla gelebilecek türden basit bir örnek  değil belki ama bu tecrübenin,  tedbirli olmak adina ve yapılması gerekenlerler noktasında düşünmeye değer hususlar içerdiği de muhakkak.  Bu olaydan hareketle, İngiltere’de yaşayan pekçok insanın evlerinde ekstra önlemler almış olmaları da yine muhtemel.
ikizleri olan değerli bir arkadaşım, çay sohbetimiz esnasında,  yaşadığı çok önemli bir olayı anlatmıştı. Arkadaşım, koltukta oyun oynarken sırtüstü düşen ve bir anda nefessiz kalan oğlunun o hali karşısında yaşadığı korkuyu, paniği ve çaresizliği anlatıyor, anlatırken de aslında o anı hala yaşıyordu. Hakikaten kolay değil. Bir anda meydana gelen bir olay ve evladınız kucağınızda nefessiz, siz panik içinde;  bir balkona, bir telefona,  bir dış kapıya koşup yardım çığılığı atıyorsunuz. O an bir annenin unutulabileceği  bir an değildir. Çığılığı duyan komşulardan biri yardıma koşuyor  ve olayı anlar anlamaz nefessiz kalan yavruyu kucağına aldığı gibi parmağını ağzının kenarından  içeri sokup  kilitlenmiş çeneyi  yavaşça açıyor ve boğaza kaçan dili çıkarıyor. Arkaya kaçan dilin çıkmasıyla minik yavru tekrar nefes almaya başlıyor, hayata dönüyor. O an yaşanan korku ve mutluluğun büyüklüğünü tarif etmek imkansız diye de ekliyor arkadaşım... Evet haklı  ben de biliyorum ki gerçekten tarifi  imkansız bir an. Biliyorum çünkü arkadaşım bana bu tecrübesini  anlattıktan birkaç ay sonra, aynısını kendi çocuğumda yaşadım.
Kızım yaklaşık iki yaşında ve misafirlikteyiz. Ortam tam da onun istediği gibi, ev sahibinin çocukları ile yan odada oyun oynuyor ve son derece eğleniyorlar, bizler ise sohbet halindeyiz. Ansızın kızımın çığılığını duydum. Tek bir çığılıktan sonra  başka da ses duymadım.  Korku ve endişeyle odaya doğru  koştum  ev sahibi arkadaşım benden önce  yetişmişti. Odaya girdiğimde kızım onun kucağında nefessiz yatıyor, aynı anda odadaki diğer çocuklar da kazayı anlatıyordu. Anladığım kadarıyla kızım odadaki yatağın üstünde zıplarken sırtüstü yere düşmüştü. Bunu duyar duymaz kızımı arkadaşımın kucağından aldım ve yüzüstü çevirip parmağımla ağzını açmaya çalıştım, çenesi  kilitlenmişti. Biraz daha zorlayınca çene açıldı ve arkaya kaçan dili çekip çıkardım. Dilin çıkmasıyla birlikte kızım tekrar nefes alıp ağlamaya başladı. Olay anındaki serinkanlılığımın, aylar önce benimle paylaşılmış bir tecrübeden kaynaklandığını özellikle belirtmek isterim.
Kazanın hemen sonrasında ciddi bir sorunu atlatmış olmanın şokuyla olsa gerek, titrediğimi ve ağlamaya başladığımı hatırlıyorum. Sonrasındaki mutluluğu anlatmak ise kelimenin tam anlamıyla imkansız.  Ev sahibi arkadaşımın ‘’çocuğun dilinin arkaya kaçtığını ve nasıl  müdahale edilmesi gerektiğini nereden biliyordun?’’ sorusunu hatırlıyorum. Aslında bilmediğimi ama bir tecrübenin paylaşımı sonucu öğrendiğimi anlattım. Bana, oğlunun başından geçen kazayı anlatan arkadaşıma minnet borcum çok ama çok büyüktür.  O gün bugündür ben de bir anne olarak çocuklar üzerindeki tecrübelerimi etrafımdaki anne ve anne adaylarıyla paylaşmaya çalışıyorum, ola ki bir gün birine yardımcı olur, yol gösterir düşüncesiyle...
Hasılı, tecrübelere, yaşanmışlıklara kulak vermek, şüphesiz  benzer durumlar  karşısında  hazırlıklı olmamızı sağlıyor. Onlara itibar etmek, çoğu zaman, karşılaşma ihtimalimiz olan durumlar için bir nevi ön bilgilenme ve ön hazırlık halidir. Bir panik anının, bir çaresizlik anının, acı veya tatlı bir karmaşa anının, bir adım sonrasıdır, çünkü ışık tutucudur, yol göstericidir. O an ne yapılırsa, sonucun ne olabileceğini aşağı yukarı kestirebilme halidir.
Bilgiye herzaman yaşanmışlıklar üzerinden ulaşmak tabii ki mümkün değil, doğru da değil. Sayfalarca makale veya kitap okumak, araştırmak, seminer veya konferanslara katılmak, mevzuları görsel ve yazılı basın üzerinden takip etmek,  elbette detaylı bir şekilde pekçok konuya vakıf olmamızı sağlar. Bilgiye ulaşmanın en sağlıklı yolu da şüphesiz okumakan ve araştırmak geçiyor. Bu noktada, okuyan  ve araştıran fertlerden müteşekkil bir toplum olmak önemli. Maalesef bu özelliklere sahip değiliz. Toplum olarak bilgiye erişim metodumuz okumak ve araştırmaktan ziyade şifahi kültüre ve sohbet kültürüne dayalı. Bu noktada Türk toplumu için tecrübe paylaşımı önemli bir bilgiye erişim yöntemi  ve bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. Tesir değerliği ve kalıcılığı ise tartışmasız bir gerçek.
 
BEHİCE KOLÇAK ŞARK