Ara

Populer Sayfalar

Son Yorumlar

Toplam Goruntulenme Sayisi

Hakkinda

-
23 Şubat 2014 Pazar
Daha önce bu blogda yayınladığım Adem Güneş'in  "Engellenen Çocuk Hırçın Olur" yazısına açıklama mahiyetinde,  yine Adem Güneş'in Çocukluk Sırrı kitabından alınan Anadolu Pedagojisi'nden bazı kesitler...

" İç Disiplin: Duygu Dünyasının ve Vicdanın Dengeli Olması

Anadolu Pedagojisi’nin en önemli yapı taşlarından bir tanesi de, çocuğun iç disipline sahip olmasıdır. Bir çocuğun iç disipline sahip olabilmesi için, vicdan mekanizmasının düzenli ve tıkır tıkır işlemesi; kalbini ve duygularını hissetmesi gerekir.


Batı dünyasında, Orta Çağ’dan beri takip edilen psikolojik felsefede çocuk, günahkâr ve fenalıklara meyledici olarak düşünüldüğünden, çocuğun duygu dünyasını kullanması, vicdan hissinin gelişmesi önlenmeye çalışılmıştır. Yani çocuk dış disipline göre yetiştirilmeye gayret edilmiştir.

Dış disiplin, çocuğun başkalarının oluşturduğu kurallara uymasıdır. Başka bir deyişle, çocuğun başkalarının oluşturduğu kurallara uyarak, edilgen hale gelmesidir. Dış disiplinler, bireyin kendi içinde kabul etmediği; ama dış görünüşte uymak zorunda olduğu kurallardır.


Anadolu Pedagojisi’ni besleyen dinî kaynaklara bakıldığında ise, insanın en mükemmel şekilde yaratıldığı görülecektir. Dolayısıyla, insan çocukluk yıllarından itibaren, duygu dünyası zedelenmeden yetişecek olsa, vicdan mekanizması da en hassas derecedeki bir terazi gibi, doğruyu ve yanlışı tartacaktır. Çocuklar daha çocukluk evrelerinden itibaren, doğruyu ve yanlışı henüz aklî olarak öğrenmeden önce dahi, birtakım şeyler kendi vicdanlarına ters düştüğünden anne-babalarına karşı gelmektedirler.

Anne-babasının yalan söylediğini, haksızlık yaptığını, hayvanlara eziyet ettiğini, başkalarının arkasından konuştuğunu gören bir çocuk, mutlaka rahatsız olur. Çünkü çocuğun vicdanı başlangıç itibarıyla daha yıpranmamıştır. Anadolu Pedagojisi, çocuğun bu hassas ve mükemmel olarak yaratılmış vicdan terazisini dengeli bir şekilde korur. Bu sayede çocuk, duygularının kendisini yanlış yöne sevk etmesi karşısında, kendi iç disiplinini oluşturacak ve vicdanının sesini dinleyerek yanlış yola meyletmeyecektir.


Çocuk duygu dünyasını doyasıya yaşamalıdır ki, daha sonra bu çocuğun iç dinamikleri, duygu dünyası, vicdan hissi yerli yerine oturabilsin. Bu sayede de iç disiplini oluşabilsin. Çocuğun kendi içinde, iç disiplinini oturtup, daha sonra o iç disipline göre toplum içerisinde iradesiyle kendisini dengelemesi, Anadolu Pedagojisi’nin temel taşlarından bir tanesini oluşturmaktadır.

Kişinin istek ve arzuları sonsuzdur. Her şeyi isteyebilir. Çünkü donanım olarak öyle yaratılmıştır. Çocuk duygularını doyasıya yaşarken, bu duygular kimi zaman kendisini olmadık yerlere, olmadık hislere doğru götürebilir. Ancak çocuk öyle bir terbiye metoduyla yetişmelidir ki, duygularını kendi iradesiyle şekillendirip yönlendirebilecek güce sahip olabilsin.

İç disipline sahip bir çocuğu, oruç tutan bir yetişkine benzetebiliriz. Ramazan ayında oruç tutan bir yetişkin, karnı aç olmasına, ihtiyaçları artmasına rağmen—önünde yemek olsa bile—elinin altındaki yemeklere uzanıp almamaktadır. İç disipline sahip bir kişi, kimsenin göremediği yerde dahi olsa, yemeğe elini uzatmayacaktır.

Çocuk Anadolu Pedagojisi’ndeki usullerle yetişti-rilirse, iç dinamiklerinden; yani vicdanından aldığı kuvvetle, iç disiplinini oturtacaktır. Dolayısıyla an-ne baba, çocuğun duygularını zedelemeden, fıtratını bozmadan, ilk yaratılışındaki halini ve iç dinamiklerini canlı tutmalıdır. O takdirde, Anadolu Pedagojisi ile büyüyen bir çocuk, iradesini kullanarak vicdan süzgecinden geçirdikten sonra harekete geçer. İç disiplinini yerleştirmiş bir çocuk, bir zamanların Mevlana’sı, Hacı Bektaş-ı Veli’si, Fatih’i ve Yavuz’u olur. Mevlana’ya bakıldığında, tamamen iç disipline sahip olduğu görülür. Kendi iradesiyle İslam’ı benimsemiş, İslam’a uygun bir yaşam tarzı seçmiş ve dışarıdan hangi tazyik olursa olsun dengelerini asla bozmadan, ayağının bir ucunu merkeze koyarak hareket etmiştir. Mevlana’nın etken ve kollektif şuura sahip bir kişi olduğu görülür. Mevlana’da öyle bir kollektiflik hâkimdir ki, “Gel, ne olursan ol, yine gel. İster kâfir, ister putperest; ne olursan ol, yine gel” diyebilmektedir.

İç Dinamik: Çocuğun Duyguları

Anadolu Pedagojisi’nde etken ve kollektif şuura sahip bir çocuğun yetişebilmesi için, iç dinamiklerinin yerinde ve sağlam olması gerekir. Başka bir deyişle, çocuğun fıtratı icabı yaratılışındaki ilk değerlerin tahrip olmaması lazım. İç dinamikler olarak bahsettiğimiz şey, çocuğun duygu kısmıdır. Buna tasavvufta ‘letaifler’ denir. Çocuk özgür bırakıldığında, duygularını, hislerini veya latifelerini dengeli bir şekilde kullanmasını öğrenmektedir. Çocuğun duygularını serbestçe ve özgürce yaşaması, iç dinamiklerinin yerinde olması anlamına gelmektedir. Yani, duygu dünyasının tahrip olmamasıdır.


Çocuk birtakım tazyiklerle, ceza veya kısıtlayıcı önlemlerle, baskı altında tutulursa, iç dinamiklerini, latifelerini kullanmakta acemilik çeker. Öfkesini dengesiz bir şekilde yaşayarak ya çok öfkeli olur veya tamamen söndürülmüş bir öfkeye sahip olur.


Anadolu Pedagojisi, çocuğun duygularını dengeli bir şekilde geliştirebilmesi için başlangıçta bir zemin hazırlar. Birinci Bölüm’de de bahsedildiği gibi, iç dinamiklerin tesisi, daha çocuk anne karnındayken başlar. Çocuğun ilk 4 yaşı iç dinamiklerinin, duygu dengelerinin, latifelerinin yerli yerine oturtulduğu dönemdir. Bu dönemde çocuk hiçbir şekilde anne-babasının kontrolünde değildir.


Anne-babaların en büyük yanılgılarından biri de, çocuğa ilk 4 yaşta, erken uyum sağlattırmaya çalışmak için kurallar koymalarıdır. Halbuki, çocuklar bu yaşlarda konulmuş olan kurallara uymayı bilmezler. Ancak anne-babalarının uyduğu kuralları, kendi hayat kuralları olarak benimserler. Çocuk, sözel ifadelerden veya gösteriş olarak yapılan hiçbir davranıştan etkilenmez, ancak doğal yaşantının içerisinde sergilenen davranışları kendi davranışları olarak kazanır.

Anne-babaların çocuklarına ilk 4 yaşta yapabilecekleri en büyük iyilik, onların dünyasına karışmamaktır. Çocuğun, 4 yaşına kadarki terbiye sürecinin anne-babaların eline verilmediği, ilâhî bir kuvvete bağlı bulunduğu kabul edilmelidir.

Çocuk ilk 2 yaş içerisinde konuşmayı öğrenir, hangi anne-baba “Çocuğuma konuşmayı ben öğrettim” diyebilir? Hiçbir anne-baba çocuğuna bilinçli şekilde ve belli kurallar dâhilinde konuşmayı öğretemez. Hiçbir anne, eline gramer kitabı alıp, çocuğuna düzgün cümle yapısını kurmayı öğretemez. Anne-babanın bu dönemde yapacağı şey, çocuğa bir şey öğretmek için çırpınmak değil, çocuğun karşısında düzgün konuşmak, düzgün cümleler kurmaktır. Çocuk, annesinden duyduğu düzgün cümleleri, emici hafızasıyla emecektir.


Tıpkı konuşmada olduğu gibi, hiçbir anne çocuğuna yürümeyi kendisinin öğrettiğini iddia edemez. Çocukların içerisindeki merak hissi, insan gibi olma hissi, yetişkini yansıtma özelliği, çocuğu ilk 1 yaş içerisinde, kemikleri dahi olgunlaşmadan yürümeye sevk eder. Bir annenin çocuğuna yürümeyi öğretmek için çırpınması, “Düzgün yürümek için kafanı böyle tutacaksın, parmaklarını böyle yapacaksın, elini böyle sallayacaksın” demesi nasıl komikse, çocuğa ilk 4 yaş içerisinde diğer davranışları da öğretmeye çalışmak, aynı derecede komik olur.


Oturma, kalkma, yeme-içme, uyuma gibi davranışlar ilk 4 yaşta anne-babanın kontrolünde değildir. Ruh dünyası, duygu dünyası zedelenmeyen çocuk ne zaman uyuyacağını, ne zaman yemek yiyeceğini, ne zaman yürüyeceğini, ne zaman konuşacağını iç dinamiklerinden aldığı kuvvet ve itici güç ile yerine getirecektir.


Birçok anne-babanın kulakları çınlasın! Yemek yeme konusunda nasıl da zorluk yaşatıyorlar çocuklarına. Halbuki, çocuğun iç dinamikleri sağlıklı bir şekilde gelişmiş olsa, hiçbir çocuk aç kalmayı, yememeyi düşünmez. Çünkü yeme ihtiyacı, yetişkinlerde de görüldüğü gibi, çok büyük bir ihtiyaçtır. Bir insana verilebilecek en büyük cezalardan biri, onu aç bırakmaktır. Dolayısıyla yeme duygusu, insanın içerisinde zaten varolan bir duygudur. Eğer bir çocuk yemek yemiyorsa, anne-babanın bunu sorun yapmaması lazım. Sorunun, çocuğun iç dinamiklerinin bozulmuş olmasından kaynaklandığı düşünülerek “Acaba çocuğun üzerinde bir baskı mı var, bir zorlama mı var? Çocuğun iç dinamiklerinde neler yaşanıyor?” tarzındaki sorulara cevap aranmalı.

Bunun gibi, uykusuzluk da insanın tahammül edebileceği bir şey değildir. Hiçbir insan fizyolojik bir rahatsızlığı olmadığı takdirde, uykusuz kalmayı ve uyku düzenini bozmayı göze alamaz. Oysa birçok anne-baba çocuklarını uyutmakta zorluk çekiyor. Halbuki, iç dinamikleri sağlam ve sağlıklı bir şekilde oturmuş olan çocuklar uyku vakti geldiğinde, yani fizyolojisi ona uyuma ihtiyacının sinyalini verdiğinde, uyumaya aday bir vaziyette gözlerini kapatır. Uyumayan bir çocuğu uyumaya zorlamak yerine, “Acaba çocuğun üzerinde bir baskı mı var, bir zorlama mı var? Çocuğun iç dinamiklerinde neler yaşanıyor?” diye anne-babanın bu soruların cevabını araması gerekir.

Günümüz anne-babalarının yaptığı en büyük yanlışlardan biri, çocuğa ilk 4 yaşında müdahalelerde bulunmaktır. Çocuk ilk 4 yaşında, sadece kişiliğinin zeminini oluşturmakta, kendi duygu dünyasını kullanmayı öğrenmektedir. Bu itibarla, Anadolu Pedagojisi’nde çocuğun ağlatılmasına asla hoş bakılmamıştır. Çocuk ağlıyorsa, mutlaka bir ihtiyaçtan dolayı ağladığı düşünülmeli ve onun ihtiyacının mutlaka yerine getirilmesi yolunda çözümler aranmalıdır.

Oysa günümüzde çocuğun ağlamaları karşısında ilgi gösterilirse, ağlamaya alışacağı, bir isteğini yerine getirtmek için ağlayarak anneyi yoracağı düşünülmektedir. Bu yüzden de birçok çocuk duygusal ihtiyaçları oluştuğunda, ağlamaları karşısında, anneden cevap alamamaktadır.




Çocuğa Duygusal Yoksunluk Yaşatılmamalı

Çocuğun temel dinamiklerinin yerli yerine oturabilmesi için, özellikle ilk 4 yaşında tamamen serbest, tamamen özgür bırakılması gerektiği üzerinde ısrarla duruyoruz. Burada dikkat edilmesi gereken bir nüans var. Eğer bu nüans bilinmezse oldukça yanlış bir yola girilebilir.

Çocuklar her gelişim döneminde, her yaş döneminde—bu gerek 1 yaş olur, gerek 2, gerekse 3,6,7 veya 10—bir önceki sınırlarını aşmak isterler. Yani 3 yaşındaki bir çocuğun sınırları ile 5 yaşındaki bir çocuğun sınırları ve yapabileceği şeyler aynı değildir. Çocuk, 5 yaşına gelmişse, kendi zorlamalarıyla yeni yaş döneminin becerilerini ortaya koyarak, yeni statüler elde ederek bir sonraki döneme geçer. Hiçbir çocuk 7 yaşındayken, 5 yaşındaki sınırlarının içerisinde bulunmaktan hoşlanmaz. Çocuk 7 yaşındaysa 5 yaş sınırlarını aşmak için, 9 yaşındaysa 7 yaşındaki sınırlarını aşmak için anne-babasını zorlar.

Burada anne-babanın bilmesi gereken şey şu: Çocuğun yeni gelişim döneminde sergilediği zorlamalar, içinde bulunduğu kalıpları genişletme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu durumda ne yapılması lazım? Çocuğun bir önceki yaş dönemine ait sınırların, kontrollü bir şekilde yavaş yavaş genişletilmesi gerekir. Sınırların genişletildiğini tecrübe eden çocuk, anne-babasının önceden izin vermediği şeylere, izin veriyor oluşunu gözlemler. Bu da beraberinde, iktidar mücadelesini getirir. Örneğin, 2 yaşındaki bir çocuk henüz çatal-kaşık tutmayı bilmediği için, annesi tarafından kaşık ve çatalla beslenmektedir. Annesini ne kadar zorlasa da çatalı alamaz; ama 4 yaşına geldiğinde, annesinin gönüllü olarak çatal verdiğini gören çocuk, şöyle bir hisse kapılır: “Demek ki annem bana çatalla yemem için izin verebiliyor.” 
Çocuk böylece izin kaynağının anne veya baba olduğunu öğrenir. İzin mekanizmasının annesinden geçtiğini bilen çocuk, artık annesinden izin alabilmek; yani isteklerini yerine getirebilmek için, anneyi (babayı) birtakım zorlamalarla baş başa bırakabilir. Hiçbir sebep yokken, sadece isteğinin yerine getirilmesi için yere yatıp ağlayabilir, kafasını duvarlara vurabilir.


İşte bu noktada anne-babanın çocuğun bu hareketleri yapmasının arkasında yatan sebebin ne olduğunu bilmesi gerekir. Acaba bu davranışlar duygusal bir eksiklikten mi kaynaklanıyor, yoksa çocuk sınırlarını genişletmek mi istiyor? Başka bir deyişle, çocuğun yaptığı anormal davranışlar veya zorlamalar acaba duygusal bir yoksunluktan mı kaynaklanıyor, yoksa iktidar mücadelesinden mi? Anne-babanın bunu çok iyi derecede analiz etmesi gerekir. Çünkü bu noktada doğru analiz yapılamazsa çocuğun temel dinamiklerine zarar verilebilir.

Çocuk annesinin koyduğu yemeği görünce, “Ben bu tabakta yemek istemiyordum. Şu tabakta yemek istiyordum” diye ağlamaya başlarsa, iktidar mücadelesine girmiş demektir. Çünkü burada bir duygu yoksunluğu söz konusu değildir. Annenin böyle bir durumda yapması gereken, çocuğun mücadelesine karşı ‘kayıtsız bir sabır’ ile karşılık vermek, çocuğun ağlamasından hiç etkilenmeksizin, oturup kendi yemeğini yemektir.

Çocuğun ağlamaları, ilgi veya sevgi ihtiyacından veyahut temel dinamiklerin ihtiyacından kaynaklanıyorsa, annenin bu ihtiyaçları hiçbir şekilde ötelememesi, bekletmemesi ve bunlara gecikmeden karşılık vermesi gerekir. Bu yüzden duygusal yoksunluk ile iktidar mücadelesinin ebeveynler tarafından çok iyi ayırt edilmiş olması gerekir. Herhangi bir duygusal yoksunluk yaşamamış olan çocuk, biyolojik ritmi bozulmadan, iç dinamikleri zarar görmeden karakter gelişimini tamamlıyor demektir..."




0 yorum: