Önerilen Siteler
Ara
Populer Sayfalar
-
Bu blogda, çocuklarımızın dil gelişimleri üzerine yazdığım yazılarda yapılmış araştırmalardan ziyade kendi gözlemlerimi paylaşmayı tercih e...
-
Biz insanoğlu fert fert; pekçok konuda benzer, hatta aynı yollardan geçiyoruz. Bu durumun evrensel manada ‘’insanlığın ortak tecrübel...
-
"Bir çocuğun yaşamında karşılıksız sevginin yarattığı etkinin yerini hiçbir şey tutamaz." Fred Rogers Bir anneyi en fazla üzec...
-
Adem Güneş'in Aksiyon Dergisi'ndeki 10.02.2014 tarihli yazısı.... "Engellen Çocuk Hırçın Olur" "Çocuk, yetişk...
-
Aslinda bir suredir tamamen baska bir konu uzerine yazmayi dusunuyordum... Ama bu aksam aslinda baska birsey arastirirken denk geldigim bir ...
Son Yorumlar
Toplam Goruntulenme Sayisi
Hakkinda
-
23 Şubat 2014 Pazar
Daha önce bu blogda yayınladığım Adem Güneş'in "Engellenen Çocuk Hırçın Olur" yazısına açıklama mahiyetinde, yine Adem Güneş'in Çocukluk Sırrı kitabından alınan Anadolu Pedagojisi'nden bazı kesitler...
" İç
Disiplin: Duygu Dünyasının ve Vicdanın Dengeli Olması
Anadolu Pedagojisi’nin en önemli yapı taşlarından bir tanesi de, çocuğun iç disipline sahip olmasıdır. Bir çocuğun iç disipline sahip olabilmesi için, vicdan mekanizmasının düzenli ve tıkır tıkır işlemesi; kalbini ve duygularını hissetmesi gerekir.
Batı dünyasında, Orta Çağ’dan beri takip edilen psikolojik felsefede çocuk, günahkâr ve fenalıklara meyledici olarak düşünüldüğünden, çocuğun duygu dünyasını kullanması, vicdan hissinin gelişmesi önlenmeye çalışılmıştır. Yani çocuk dış disipline göre yetiştirilmeye gayret edilmiştir.
Anadolu Pedagojisi’nin en önemli yapı taşlarından bir tanesi de, çocuğun iç disipline sahip olmasıdır. Bir çocuğun iç disipline sahip olabilmesi için, vicdan mekanizmasının düzenli ve tıkır tıkır işlemesi; kalbini ve duygularını hissetmesi gerekir.
Batı dünyasında, Orta Çağ’dan beri takip edilen psikolojik felsefede çocuk, günahkâr ve fenalıklara meyledici olarak düşünüldüğünden, çocuğun duygu dünyasını kullanması, vicdan hissinin gelişmesi önlenmeye çalışılmıştır. Yani çocuk dış disipline göre yetiştirilmeye gayret edilmiştir.
Dış disiplin, çocuğun başkalarının oluşturduğu kurallara uymasıdır. Başka bir deyişle, çocuğun başkalarının oluşturduğu kurallara uyarak, edilgen hale gelmesidir. Dış disiplinler, bireyin kendi içinde kabul etmediği; ama dış görünüşte uymak zorunda olduğu kurallardır.
Anadolu Pedagojisi’ni besleyen dinî kaynaklara bakıldığında ise, insanın en mükemmel şekilde yaratıldığı görülecektir. Dolayısıyla, insan çocukluk yıllarından itibaren, duygu dünyası zedelenmeden yetişecek olsa, vicdan mekanizması da en hassas derecedeki bir terazi gibi, doğruyu ve yanlışı tartacaktır. Çocuklar daha çocukluk evrelerinden itibaren, doğruyu ve yanlışı henüz aklî olarak öğrenmeden önce dahi, birtakım şeyler kendi vicdanlarına ters düştüğünden anne-babalarına karşı gelmektedirler.
Anne-babasının yalan söylediğini, haksızlık yaptığını, hayvanlara eziyet ettiğini, başkalarının arkasından konuştuğunu gören bir çocuk, mutlaka rahatsız olur. Çünkü çocuğun vicdanı başlangıç itibarıyla daha yıpranmamıştır. Anadolu Pedagojisi, çocuğun bu hassas ve mükemmel olarak yaratılmış vicdan terazisini dengeli bir şekilde korur. Bu sayede çocuk, duygularının kendisini yanlış yöne sevk etmesi karşısında, kendi iç disiplinini oluşturacak ve vicdanının sesini dinleyerek yanlış yola meyletmeyecektir.
Çocuk duygu dünyasını doyasıya yaşamalıdır ki, daha sonra bu çocuğun iç dinamikleri, duygu dünyası, vicdan hissi yerli yerine oturabilsin. Bu sayede de iç disiplini oluşabilsin. Çocuğun kendi içinde, iç disiplinini oturtup, daha sonra o iç disipline göre toplum içerisinde iradesiyle kendisini dengelemesi, Anadolu Pedagojisi’nin temel taşlarından bir tanesini oluşturmaktadır.
Kişinin istek ve arzuları sonsuzdur. Her şeyi isteyebilir. Çünkü donanım olarak öyle yaratılmıştır. Çocuk duygularını doyasıya yaşarken, bu duygular kimi zaman kendisini olmadık yerlere, olmadık hislere doğru götürebilir. Ancak çocuk öyle bir terbiye metoduyla yetişmelidir ki, duygularını kendi iradesiyle şekillendirip yönlendirebilecek güce sahip olabilsin.
İç disipline sahip bir çocuğu, oruç tutan bir yetişkine benzetebiliriz. Ramazan ayında oruç tutan bir yetişkin, karnı aç olmasına, ihtiyaçları artmasına rağmen—önünde yemek olsa bile—elinin altındaki yemeklere uzanıp almamaktadır. İç disipline sahip bir kişi, kimsenin göremediği yerde dahi olsa, yemeğe elini uzatmayacaktır.
Çocuk Anadolu Pedagojisi’ndeki usullerle yetişti-rilirse, iç dinamiklerinden; yani vicdanından aldığı kuvvetle, iç disiplinini oturtacaktır. Dolayısıyla an-ne baba, çocuğun duygularını zedelemeden, fıtratını bozmadan, ilk yaratılışındaki halini ve iç dinamiklerini canlı tutmalıdır. O takdirde, Anadolu Pedagojisi ile büyüyen bir çocuk, iradesini kullanarak vicdan süzgecinden geçirdikten sonra harekete geçer. İç disiplinini yerleştirmiş bir çocuk, bir zamanların Mevlana’sı, Hacı Bektaş-ı Veli’si, Fatih’i ve Yavuz’u olur. Mevlana’ya bakıldığında, tamamen iç disipline sahip olduğu görülür. Kendi iradesiyle İslam’ı benimsemiş, İslam’a uygun bir yaşam tarzı seçmiş ve dışarıdan hangi tazyik olursa olsun dengelerini asla bozmadan, ayağının bir ucunu merkeze koyarak hareket etmiştir. Mevlana’nın etken ve kollektif şuura sahip bir kişi olduğu görülür. Mevlana’da öyle bir kollektiflik hâkimdir ki, “Gel, ne olursan ol, yine gel. İster kâfir, ister putperest; ne olursan ol, yine gel” diyebilmektedir.
İç Dinamik: Çocuğun Duyguları
Anadolu Pedagojisi’nde etken ve kollektif şuura sahip bir çocuğun yetişebilmesi için, iç dinamiklerinin yerinde ve sağlam olması gerekir. Başka bir deyişle, çocuğun fıtratı icabı yaratılışındaki ilk değerlerin tahrip olmaması lazım. İç dinamikler olarak bahsettiğimiz şey, çocuğun duygu kısmıdır. Buna tasavvufta ‘letaifler’ denir. Çocuk özgür bırakıldığında, duygularını, hislerini veya latifelerini dengeli bir şekilde kullanmasını öğrenmektedir. Çocuğun duygularını serbestçe ve özgürce yaşaması, iç dinamiklerinin yerinde olması anlamına gelmektedir. Yani, duygu dünyasının tahrip olmamasıdır.
Çocuk birtakım tazyiklerle, ceza veya kısıtlayıcı önlemlerle, baskı altında tutulursa, iç dinamiklerini, latifelerini kullanmakta acemilik çeker. Öfkesini dengesiz bir şekilde yaşayarak ya çok öfkeli olur veya tamamen söndürülmüş bir öfkeye sahip olur.
Anadolu Pedagojisi, çocuğun duygularını dengeli bir şekilde geliştirebilmesi için başlangıçta bir zemin hazırlar. Birinci Bölüm’de de bahsedildiği gibi, iç dinamiklerin tesisi, daha çocuk anne karnındayken başlar. Çocuğun ilk 4 yaşı iç dinamiklerinin, duygu dengelerinin, latifelerinin yerli yerine oturtulduğu dönemdir. Bu dönemde çocuk hiçbir şekilde anne-babasının kontrolünde değildir.
Anne-babaların en büyük yanılgılarından biri de, çocuğa ilk 4 yaşta, erken uyum sağlattırmaya çalışmak için kurallar koymalarıdır. Halbuki, çocuklar bu yaşlarda konulmuş olan kurallara uymayı bilmezler. Ancak anne-babalarının uyduğu kuralları, kendi hayat kuralları olarak benimserler. Çocuk, sözel ifadelerden veya gösteriş olarak yapılan hiçbir davranıştan etkilenmez, ancak doğal yaşantının içerisinde sergilenen davranışları kendi davranışları olarak kazanır.
Anne-babaların çocuklarına ilk 4 yaşta yapabilecekleri en büyük iyilik, onların dünyasına karışmamaktır. Çocuğun, 4 yaşına kadarki terbiye sürecinin anne-babaların eline verilmediği, ilâhî bir kuvvete bağlı bulunduğu kabul edilmelidir.
Çocuk ilk 2 yaş içerisinde konuşmayı öğrenir, hangi anne-baba “Çocuğuma konuşmayı ben öğrettim” diyebilir? Hiçbir anne-baba çocuğuna bilinçli şekilde ve belli kurallar dâhilinde konuşmayı öğretemez. Hiçbir anne, eline gramer kitabı alıp, çocuğuna düzgün cümle yapısını kurmayı öğretemez. Anne-babanın bu dönemde yapacağı şey, çocuğa bir şey öğretmek için çırpınmak değil, çocuğun karşısında düzgün konuşmak, düzgün cümleler kurmaktır. Çocuk, annesinden duyduğu düzgün cümleleri, emici hafızasıyla emecektir.
Tıpkı konuşmada olduğu gibi, hiçbir anne çocuğuna yürümeyi kendisinin öğrettiğini iddia edemez. Çocukların içerisindeki merak hissi, insan gibi olma hissi, yetişkini yansıtma özelliği, çocuğu ilk 1 yaş içerisinde, kemikleri dahi olgunlaşmadan yürümeye sevk eder. Bir annenin çocuğuna yürümeyi öğretmek için çırpınması, “Düzgün yürümek için kafanı böyle tutacaksın, parmaklarını böyle yapacaksın, elini böyle sallayacaksın” demesi nasıl komikse, çocuğa ilk 4 yaş içerisinde diğer davranışları da öğretmeye çalışmak, aynı derecede komik olur.
Oturma, kalkma, yeme-içme, uyuma gibi davranışlar ilk 4 yaşta anne-babanın kontrolünde değildir. Ruh dünyası, duygu dünyası zedelenmeyen çocuk ne zaman uyuyacağını, ne zaman yemek yiyeceğini, ne zaman yürüyeceğini, ne zaman konuşacağını iç dinamiklerinden aldığı kuvvet ve itici güç ile yerine getirecektir.
Birçok anne-babanın kulakları çınlasın! Yemek yeme konusunda nasıl da zorluk yaşatıyorlar çocuklarına. Halbuki, çocuğun iç dinamikleri sağlıklı bir şekilde gelişmiş olsa, hiçbir çocuk aç kalmayı, yememeyi düşünmez. Çünkü yeme ihtiyacı, yetişkinlerde de görüldüğü gibi, çok büyük bir ihtiyaçtır. Bir insana verilebilecek en büyük cezalardan biri, onu aç bırakmaktır. Dolayısıyla yeme duygusu, insanın içerisinde zaten varolan bir duygudur. Eğer bir çocuk yemek yemiyorsa, anne-babanın bunu sorun yapmaması lazım. Sorunun, çocuğun iç dinamiklerinin bozulmuş olmasından kaynaklandığı düşünülerek “Acaba çocuğun üzerinde bir baskı mı var, bir zorlama mı var? Çocuğun iç dinamiklerinde neler yaşanıyor?” tarzındaki sorulara cevap aranmalı.
Bunun gibi, uykusuzluk da insanın tahammül edebileceği bir şey değildir. Hiçbir insan fizyolojik bir rahatsızlığı olmadığı takdirde, uykusuz kalmayı ve uyku düzenini bozmayı göze alamaz. Oysa birçok anne-baba çocuklarını uyutmakta zorluk çekiyor. Halbuki, iç dinamikleri sağlam ve sağlıklı bir şekilde oturmuş olan çocuklar uyku vakti geldiğinde, yani fizyolojisi ona uyuma ihtiyacının sinyalini verdiğinde, uyumaya aday bir vaziyette gözlerini kapatır. Uyumayan bir çocuğu uyumaya zorlamak yerine, “Acaba çocuğun üzerinde bir baskı mı var, bir zorlama mı var? Çocuğun iç dinamiklerinde neler yaşanıyor?” diye anne-babanın bu soruların cevabını araması gerekir.
Günümüz anne-babalarının yaptığı en büyük yanlışlardan biri, çocuğa ilk 4 yaşında müdahalelerde bulunmaktır. Çocuk ilk 4 yaşında, sadece kişiliğinin zeminini oluşturmakta, kendi duygu dünyasını kullanmayı öğrenmektedir. Bu itibarla, Anadolu Pedagojisi’nde çocuğun ağlatılmasına asla hoş bakılmamıştır. Çocuk ağlıyorsa, mutlaka bir ihtiyaçtan dolayı ağladığı düşünülmeli ve onun ihtiyacının mutlaka yerine getirilmesi yolunda çözümler aranmalıdır.
Oysa günümüzde çocuğun ağlamaları karşısında ilgi gösterilirse, ağlamaya alışacağı, bir isteğini yerine getirtmek için ağlayarak anneyi yoracağı düşünülmektedir. Bu yüzden de birçok çocuk duygusal ihtiyaçları oluştuğunda, ağlamaları karşısında, anneden cevap alamamaktadır.
Çocuğa
Duygusal Yoksunluk Yaşatılmamalı
Çocuğun temel dinamiklerinin yerli yerine oturabilmesi için, özellikle ilk 4 yaşında tamamen serbest, tamamen özgür bırakılması gerektiği üzerinde ısrarla duruyoruz. Burada dikkat edilmesi gereken bir nüans var. Eğer bu nüans bilinmezse oldukça yanlış bir yola girilebilir.
Çocuklar her gelişim döneminde, her yaş döneminde—bu gerek 1 yaş olur, gerek 2, gerekse 3,6,7 veya 10—bir önceki sınırlarını aşmak isterler. Yani 3 yaşındaki bir çocuğun sınırları ile 5 yaşındaki bir çocuğun sınırları ve yapabileceği şeyler aynı değildir. Çocuk, 5 yaşına gelmişse, kendi zorlamalarıyla yeni yaş döneminin becerilerini ortaya koyarak, yeni statüler elde ederek bir sonraki döneme geçer. Hiçbir çocuk 7 yaşındayken, 5 yaşındaki sınırlarının içerisinde bulunmaktan hoşlanmaz. Çocuk 7 yaşındaysa 5 yaş sınırlarını aşmak için, 9 yaşındaysa 7 yaşındaki sınırlarını aşmak için anne-babasını zorlar.
Burada anne-babanın bilmesi gereken şey şu: Çocuğun yeni gelişim döneminde sergilediği zorlamalar, içinde bulunduğu kalıpları genişletme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bu durumda ne yapılması lazım? Çocuğun bir önceki yaş dönemine ait sınırların, kontrollü bir şekilde yavaş yavaş genişletilmesi gerekir. Sınırların genişletildiğini tecrübe eden çocuk, anne-babasının önceden izin vermediği şeylere, izin veriyor oluşunu gözlemler. Bu da beraberinde, iktidar mücadelesini getirir. Örneğin, 2 yaşındaki bir çocuk henüz çatal-kaşık tutmayı bilmediği için, annesi tarafından kaşık ve çatalla beslenmektedir. Annesini ne kadar zorlasa da çatalı alamaz; ama 4 yaşına geldiğinde, annesinin gönüllü olarak çatal verdiğini gören çocuk, şöyle bir hisse kapılır: “Demek ki annem bana çatalla yemem için izin verebiliyor.” Çocuk böylece izin kaynağının anne veya baba olduğunu öğrenir. İzin mekanizmasının annesinden geçtiğini bilen çocuk, artık annesinden izin alabilmek; yani isteklerini yerine getirebilmek için, anneyi (babayı) birtakım zorlamalarla baş başa bırakabilir. Hiçbir sebep yokken, sadece isteğinin yerine getirilmesi için yere yatıp ağlayabilir, kafasını duvarlara vurabilir.
İşte
bu noktada anne-babanın çocuğun bu hareketleri yapmasının
arkasında yatan sebebin ne olduğunu bilmesi gerekir. Acaba bu
davranışlar duygusal bir eksiklikten mi kaynaklanıyor, yoksa çocuk
sınırlarını genişletmek mi istiyor? Başka bir deyişle, çocuğun
yaptığı anormal davranışlar veya zorlamalar acaba duygusal bir
yoksunluktan mı kaynaklanıyor, yoksa iktidar mücadelesinden mi?
Anne-babanın bunu çok iyi derecede analiz etmesi gerekir. Çünkü
bu noktada doğru analiz yapılamazsa çocuğun temel dinamiklerine
zarar verilebilir.
Çocuk annesinin koyduğu yemeği görünce, “Ben bu tabakta yemek istemiyordum. Şu tabakta yemek istiyordum” diye ağlamaya başlarsa, iktidar mücadelesine girmiş demektir. Çünkü burada bir duygu yoksunluğu söz konusu değildir. Annenin böyle bir durumda yapması gereken, çocuğun mücadelesine karşı ‘kayıtsız bir sabır’ ile karşılık vermek, çocuğun ağlamasından hiç etkilenmeksizin, oturup kendi yemeğini yemektir.
Çocuğun ağlamaları, ilgi veya sevgi ihtiyacından veyahut temel dinamiklerin ihtiyacından kaynaklanıyorsa, annenin bu ihtiyaçları hiçbir şekilde ötelememesi, bekletmemesi ve bunlara gecikmeden karşılık vermesi gerekir. Bu yüzden duygusal yoksunluk ile iktidar mücadelesinin ebeveynler tarafından çok iyi ayırt edilmiş olması gerekir. Herhangi bir duygusal yoksunluk yaşamamış olan çocuk, biyolojik ritmi bozulmadan, iç dinamikleri zarar görmeden karakter gelişimini tamamlıyor demektir..."
17 Şubat 2014 Pazartesi
Bundan kisa bir sure once okudugum bir yaziyi paylasmak istiyorum.. Hic yorum eklememe gerek yok aslinda.. Basindan sonuna kadar katiliyorum :)
Bu arada belirtmeden gecemeyecegim, yazida ara ara cok guzel terapi niteliginde cumleler var.. ;)
-----------------------------------------------
Müge Demirözü
-----------------------------------------------
Yazi: hthayat
Resim: essentialbaby
Bu arada belirtmeden gecemeyecegim, yazida ara ara cok guzel terapi niteliginde cumleler var.. ;)
-----------------------------------------------
"Çocuk olduğunu unutursam bana hatırlat…"
En yüce ebeveynlik cümlesi bu. Bence. Var mı diyebilenimiz?
Bilmediğimizden değil. Sezen’in yazdığı şarkı sözleri gibi basit, öylesine kelimeler yan yana getiremediğimizden.
Mengenedeki nesliz ya biz…
"Çocuksun sen anlamazsın"la büyüdük, acısını çektiğimiz pasifliği yaşamasın diye kendi çocuğumuza aynısını yapmadık, ayarı da. Sınırı nerde koyacağımızı bilemedik, sınır deyince sinir olduk.
O yüzden başlık minikle aramızda çok zikredilmiyor sanki. Oysa sınır çok değerli, bakımı veren için de alan için de. Neden peki?
“Çocuğumuzu engellemek ya da üzmek için değil, başkasına engel olmaması için koymalıyız sınırı” diyor Uzman Psikolog Fatma Karakuş: “İlk dönem alıştırmaları çok erken yaşlarda yapılmalı bunun. Çocuk çok ağladığı için anne her istediğini yapıyor ya da alıyorsa, yanlış başlıyor.”
Oyuncak alınmadı diye çok öfkeleniyorsa, öfkelenecek sevgili anne, sonuna kadar yaşayacak duygusunu.
Bak bize düşen ne?
- "Senin duygu yoğunluğundan korkmuyorum" diyeceğiz.
- Onun bir sağ, bir sol koluna hafifçe dokunarak sakin olmasını söyleyecek, "Buna ağlanır mı?" demeyeceğiz. Ateş düştüğü yeri yakar ya.
- 0-6 yaş arasında ağlarken yalnız bırakmayacağız. Yanında durup, ninni gibi konuşacağız. Ağlaması seni de yükseltiyor biliyorum ama gülümse ki, kalksın amigdala. Yüzünü yumuşat, beynin de yumuşasın. Rahatlasın bedenin.
- İşte şimdi sakin ve öğrenmiş minik ellerinde senin.
Anneye düşen görev
Ebeveyn olarak işimiz ona sınırı doğru yerde çekmek ve sonrasında onu rahatlatmak yani. Çocuk acısını yaşayacak. Sen acısını üstlenmeyecek ya da bastırmayacaksın.Han dediğimiz yere hamamları dikmeyecek hayatta ayakta durabilmesi için, bir kazanımı olması lazım.
Sınırı koyamazsak
Sınır konmayan çocuklar anne babayı iknaya gidiyor ve manipülatif oluyorlar. Dahası okul zamanı özürlü gibi kalıyor sınır konmayan çocuk, başkasının ihtiyacına tosluyor. Ve kendini güvende hissedemiyor, konu bu.
Çocuğun ihtiyacı olan güvence
Oysa çocuk “Yanlış bir şey yaptığımda annem babam beni durdurur” diyebilmeli. Annesince zamanında durdurulamayan çocuk, okuldaki düzen tarafından durdurulacak çünkü.
Kritik olansa şu: 6-12 yaş arası gelişim dönemi “başarı” duygusuna odaklı olduğu için, aldığı hasarlar derinlerde bir yere “değersizlik” duygusu olarak yerleşecek.
Size tepkiyle kalkan elini, dışarıda pısırık olmasın diye tutmazsanız, sınırı doğru yerden çizememiş olursunuz. Onun bunun suratına patlatan çocuğunuz yüzünden, okulun toplantı odasında geçecek nurtopu gibi saatleriniz oldu demektir. Ve çözülmesi çok daha karmaşık hale gelmiş duygu maliyetleri.
Sonuç
Kitap bunu diyor, ama içindeki ya da dışındaki dünya kuralı başka türlü okumaya zorluyor. Ey sevgili anne, kalp de sende izan da. Kendin karar ver neye inanacağına.
Müge Demirözü
-----------------------------------------------
Yazi: hthayat
Resim: essentialbaby
14 Şubat 2014 Cuma
"Eğitim
seviyesinin yüksekliği annelik becerisini artırmaz. Annelik, bilgi
ile değil, içsel duyuşların yol göstericiliği iledir."
Adem
Güneş'in 6 Şubat tarihli yukarıdaki "tweet"ini okuyunca
daha önce bu blogda yayınladığım "Çocuk YetiştirmeMühendisliği" yazım geldi aklıma. Tam da yukarıdaki
"tweet"i okuduğumda bu yazımın resim dosyalarını
güncelliyordum...
Şu
anda okuduğunuz yazının daha iyi anlaşılması için öncelikle
eğer okumadıysanız
"Çocuk
Yetiştirme Mühendisliği"
başlıklı yazımı okumanızı tavsiye ederim.
Daha
önce "Çocuk
Yetiştirme Mühendisliği" başlıklı
yazımı yayınladıktan sonra acaba bazı annelerce yanlış
anlaşılır mıyım endişesini yaşadım ve bu yüzden yazıyı
yayından kaldırmayı bile düşündüm. Yazıyla ilgili endişemi
bugün yukarıdaki "tweet"i okuyunca tekrar yaşadım ve
her hangi bir yanlış anlaşılamaya sebep olmamak adına eski
yazımı yayından kaldırmaktan ziyade yeni bir yazı yazmaya karar
verdim...

Kendi
annesinden yeterli derecede iyi bir annelik görmemiş bir kadın
anne olduğunda ya kendisine yapılan hataları kendisi bizzat
yaşamış olduğundan dolayı tekrarlamayacak böylece yetersiz bir
anneye sahip olma durumunu pozitife çevirecek ya da yaşadığı
olayların farkına varmayarak aynı hataları kendi çocuklarına
uygulayarak yaşadığı imtihanı belki de kaybedecektir. Bu
konuda kilit nokta hayatında yaşadığı olayları, öğrendiği
bilgileri, sahip olduğu ya da olmadığı özellikleri tefekkür
penceresinden izleyebilmek ve gerekli mesajları okuyabilmek. Bunu
başarabilen kişiler içsel duyuşları çok kuvvetli kişilerdir.
Aşagıdaki iki örnek meseleyi bayağı bir somutlaştıracaktır:
Hayatında
başarılar elde etmiş ve çevresindeki insanlardan bu noktada ayrı
yerde durmuş eğitimli bir anne aynı başarıları evladından da
bekleyebilir. Çocuğunun öz mutluluğunu, eğilimlerini,
karakterini dikkate almadan onun da kendisi gibi başarılı bir
hayat yaşaması konusunda çocuğu üzerinde baskı oluşturabilir.
Girdiği ortamlarda parmakla gösterilmeye alışmış ve bunu
"Şöhret zehirli bala benzer." sözünde analtıldığı
şekilde gerçekten şöhreti bal gibi tatlı gören ve zehirinin
farkında olmayan bir anne çocuğunun da parmakla gösterilecek bir
çocuk olmasını arzu edebilir. Bu şiddetli arzusundan dolayı eğer
bu annenin tam tersine daha mutevazi ve insanlarca nasıl bilindiğini
pek önemsemeyen bir çocuğu varsa bu annenin çocuğunu ne kadar
olumsuz etkileyeceğini siz tahmin edebilirsiniz.
Ya da bu örneği düşünelim: Çok istediği halde kendisine okuma hakkı verilmemiş, bunun üzerine girdiği ortamlarda eğitimli olamdığından dolayı hor görülmüş bir anne de çocuklarının aynı duruma maruz kalmaması adına onların iyi okullarda okumasına gayret edebilir. Ama bu gayretin dozunu ayarlayamayan anne çocuklarının öz mutluluğunu, öz tercihlerini dikkate almadan onlara yaşamak zorunda oldukları bir hayatı inşa etmeye çalışırsa, bu hem kendisine hem de çocuklarına ciddi zarar verecektir. Evet bizler anne babalar olarak çocuklarımıza her hangi bir tarzı yaşamaya zorlayamayız. En dogru yaşam tarzı olan İslami yaşantıya bile zorlayamayız ve zorlamamalıyız. Bu yaşam tarzını onların kendilerinin tercih edebilecek iradeye sahip olmaları konusunda onları desteklememiz onlara yapacağımız en büyük iyiliklerden biridir. İrade gelişimi seyrinde giden bir çocuk eğer İslamiyeti de ebeveyninden doğru bir şekilde tanıma fırsatı bulduysa bu yaşam tarzını zaten benimseyecektir.
Ya da bu örneği düşünelim: Çok istediği halde kendisine okuma hakkı verilmemiş, bunun üzerine girdiği ortamlarda eğitimli olamdığından dolayı hor görülmüş bir anne de çocuklarının aynı duruma maruz kalmaması adına onların iyi okullarda okumasına gayret edebilir. Ama bu gayretin dozunu ayarlayamayan anne çocuklarının öz mutluluğunu, öz tercihlerini dikkate almadan onlara yaşamak zorunda oldukları bir hayatı inşa etmeye çalışırsa, bu hem kendisine hem de çocuklarına ciddi zarar verecektir. Evet bizler anne babalar olarak çocuklarımıza her hangi bir tarzı yaşamaya zorlayamayız. En dogru yaşam tarzı olan İslami yaşantıya bile zorlayamayız ve zorlamamalıyız. Bu yaşam tarzını onların kendilerinin tercih edebilecek iradeye sahip olmaları konusunda onları desteklememiz onlara yapacağımız en büyük iyiliklerden biridir. İrade gelişimi seyrinde giden bir çocuk eğer İslamiyeti de ebeveyninden doğru bir şekilde tanıma fırsatı bulduysa bu yaşam tarzını zaten benimseyecektir.

13 Şubat 2014 Perşembe
Adem Güneş'in Aksiyon Dergisi'ndeki 10.02.2014 tarihli yazısı....
"Engellen Çocuk Hırçın Olur"
ocuktan
bir yetişkin olgunluğu beklemek, çocukluk dönemini zarara
uğratır. Böylesi bir beklenti onun “çocukluk yaşamına” da
haksızlıktır.
Çocuk, çocukluk hayatını
yaşayabildiği kadar ruhen sağlıklıdır.Çocuksu bir hayat sürememiş kişilerin yetişkinlik yılları “duygusal yetersizlik” içindedir. Böylesi kişiler gergindirler, çabuk sinirlenirler… Birçok yetişkinin kendi eşlerine olan duyarsızlıkları, çocuklarına olan tahammülsüzlükleri, öfke kontrol bozuklukları bu yetersizliğin yıllar sonra dışa vurumudur…
Zira “öfke kontrol sistemi dengesi” çocukluk yıllarında oluşur. Duygularını yaşının gereği gibi yaşayamamış, ebeveyni ile ruhsal doyumlar elde edememiş kişilerin ortak dramı tahammülsüz oluşlarıdır…
Çocuğuna iyilik yapmak isteyen bir yetişkinin yapacağı en büyük iyilik, onun çocukluğunu yaşamasına izin vermektir.

Engelleme, fıtratın önüne geçmedir. Doğal akışın geciktirilmesidir. Çocuk, yaşamda engellerle karşılaştıkça güçlenir ancak engellendikçe agresifleşir.
Örneğin, hiçbir çocuk başlangıçta saldırgan değildir. O ancak, duygusal gelişimi aksarsa saldırganlaşır, hırçınlaşır. Erken yaşta çocuğun içinde uyanan hırçınlık hissi, onun öfke kontrol sisteminin bozulmasına neden olur. Öfke, irade gelişiminden önce uyarılırsa, irade öfkeyi kontrol edemez hâle gelir.
Duygusal gelişimini doğal bir şekilde sürdüren, engellenmemiş çocukların iradeleri, henüz uyarılmamış öfkelerinden, daha güçlüdür.
Yapılan bütün pedagojik araştırmalar gösteriyor ki, duygusal gelişimi engellenen, ebeveyni ile güvenli bağ kuramayan çocukların iradeleri zayıf oluyor.
Çocuk eğitiminin baskı, zorlama ve korkutarak olacağını zanneden ebeveynlerin çocukları, sadece aile içinde değil, çevresine karşı da yıkıcı olur.
Sadece duygusal gelişimi değil, sosyal, fiziksel, zihinsel gelişimi aksadıkça anormal davranışlar baş gösterir.
Örneğin, gelişimi gereği arkadaş ortamına ihtiyaç duyduğu bir dönemde çocuğun sokağa çıkmasına engel olunursa, oyun oynaması için “koşullar” öne sürülürse, böylesi çocuklar huzursuz, geçimsiz, anne babaya karşı asi hâle gelir.
Birçok ebeveyn çocuk eğitiminin “çocuğun engellenmesi” ve “koşullarını yerine getirmesi hâlinde ona imkânlar sunulması” ile olacağını zannediyorlar.
Hâlbuki çocuk eğitiminin iki temel yanlışı “engelleme” ve “koşul” öne sürmedir.
Çocukluk dönemi, koşulların öne sürülerek davranış oluşturma dönemi değildir. Onun “ihtiyaçları” koşulsuzca karşılık buldukça iradesi güçlenir; “Dersini yaparsan seni severim”, “Yemeğini yersen dışarı çıkmana izin veririm”, “misafirlikte akıllı oturursan dönüşte oyuncak alırım” diyerek çocuk yetiştirmek, onun duygusal gelişimini zarara uğratır.
Bir gün çocuğunuzun öfke nöbetleri geçiren, kapıları yüzünüze çarpan birine dönüşmesini istemiyorsanız onun duygu dünyasını doyasıya yaşamasına izin verin…
Ve bir gün “ben sana ne eksik ettim ki, bana böyle davranıyorsun” diye sorguladığınız çocuğunuzdan “ben hiç çocukluğumu yaşamadım ki” sözünü işitmek istemiyorsanız, ondan yetişkin davranışı beklemekten vazgeçin.
Çocuğun en mutlu olduğu an onun şartsız çocuk olmasına izin verildiği andır.
Bütün bunları neden söylüyorum. Yarıyıl tatili bitti, okullar açıldı.
Onlara okul, ödev, ders yüzünden baskı yaparak çocukluk yıllarını yaşanmaz hâle getirmeyin.
Çocukluk yıllarının doyasıya yaşanması, ödevden daha önemlidir."
4 Şubat 2014 Salı
"Bir çocuğun yaşamında karşılıksız sevginin yarattığı etkinin yerini hiçbir şey tutamaz." Fred Rogers
Bir anneyi en fazla üzecek ve bir anneye en fazla haksızlık anlamına gelebilecek tablolardan birisi şu olsa gerek: Dışarıdan birinin kısa süre birlikte olduğu bir çocuğun olumsuz görünen - olumsuz olan değil - davranışlarını baz alarak çocuk hakkında genel ve olumsuz bir yargıya varması ve o çocuğun annesinin anneliğini yetersiz görmesi. Neden?

Oğlum dört yaşında. Onunla en fazla imtihan olduğum konulardan biri yetişmem gereken bir yere giderken oldukça ağır hareket etmesi. Çok telaşlı olduğum bir kaç zaman acele etmesi konusunda kendisine çok israr ettim. Bu ısrarlarımda bazen ses tonumu ayarlayamadım ve sonrasında oğlumu kırdığımı farkettim. Bu davranışımdan dolayı çok büyük bir vicdan azabıyla kıvrandım ve bu meselenin üzerine gitmeye karar verdim. Birincisi oğlum neden benim ısrarlarıma rağmen yavaş hareket ediyordu. Bunun sebebini bulmalıydım. Bir kaç sabah gözlemledim kendisini ve şunu farkettim: Oğlum dış kapı açılır açılmaz hemen uzun saatlerdir görmediği dış dünyayı gözlemlemeye başlıyor. Bir defasında yere düşen yağmur damlalarını izlediğini farkettim. Bazı zamanlar gökyüzüne bakıyor ve sanırım gökyüzünde uçak olup olmadığını kontrol ediyor. Bazen evimizin dış kapısından görünen tren yoluna bakıp trenin geçip geçmeyeceğini merak ediyor. Bazen yerde biriken sulara bakıyor ve belki de o sulardaki yansımaları gözlemliyor. O sırada bunu çok şiddetle yapmak istediğinden benim sesimi duymuyor ya da duymamazlıktan geliyor. Tekrarlı gelen sesimin tonu artınca hemen ayakkabılarını giymeye başlıyor...

Dış dünyaya benim gibi bakmayan ve inceleme isteğiyle ağır ağır hareket eden çocuğuma ısrar etmem ve en sonunda ses tonumu yükseltip onu kırmam ne kadar doğru? Bir anne olarak bana düşenin bir yere gideceksem çok önceden hazırlanmak ve oğluma dış dünyayı keşif için zaman vermek. Böylece hem ben telaşa kapılıp stres olmam hem de oğlum dış dünyayı gözlemlemenin zevkini yaşamış olur. bB aynı zamanda uzun vadede tefekkür etmeye de zemin hazırlar.
Evet çocuklarımızın gözüyle bakabilirsek şu dünyaya, onlarla daha uyumlu yaşamayı başarmış oluruz. Belki o zaman her davranışlarını kötü algılamaz, çocukluklarına veririz. Başka çocuklara da aynı gözle bakabilirsek annelerinin anneliklerini olumsuz değerlendirmez ve böylece en hassas oldukları bu konuda onları kırmamış oluruz.
Hiç bir çocuk bir başka çocukla kıyaslanamaz. Allah herkesi özel yaratmıştır. Herkesi farklı ağırlıklarda, farklı tonlarda donatmıştır. Herkes, sadece ve sadece Allah'ın insan olarak yarattığı ve kendine muhatab kıldığı yönüyle çok değerlidir ve saygıya layıktır. Çocuklarımıza ve diğer çocuklara bu gözle bakabilirsek ne kendi çocuğumuzun daha iyi, daha yetenekli olduğu düşüncesine kapılıp kendimizi üstün göreceğiz, ne de çocuğumuzun eksik, yetersiz olduğunu düşünüp muzdarip olacağız. Bu açıdan bakıldığında kardeşler bile kıyaslanmamalı. Her çocuğa keşfedilecek bir dünya gözüyle bakmalı ve başarılı bir ebeveynliğin buna bağlı olduğunu bilmeliyiz. Evet, çocuğunu keşfetmeye çalışmak, onu baştan olduğu gibi kabullenip, koşulsuz sevebilmek çok önemli.
Çocuğu boya kalemleriyle resim yapmayı pek tercih etmeyen bir anne olarak başta çocuğumun bu durumuna üzülmüştüm. Acaba oğlumda bir yetersizlik mi var diye düşünmeye başlamıştım. Sonra onu daha yakından gözlemleyince bir gün, aslında bunun yetersizlikten değil de ilgisinin farklı alanlarında oluşundan kaynaklandığını farkettim. O gün, elindeki boya kalemlerini alıp arabaları için park edilecek bir alan oluşturuyordu. Boya kalemlerini, arka arkaya dizerek, araba park yerlerinde arabaların düzgün parkedilmesini sağlayan cizgileri canlandırmaya çalışıyordu. Ne güzel ki çocuğum boya kalemlerini aslında bilinenin dışında hayal dünyasını harekete geçirecek bir amaç için kullanıyordu. Bunu keşfetmiş olmak beni çok mutlu etti ve daha önce bu konudaki olumsuz düşüncelerimi alıp götürdü.
Sonuç olarak, çocuk dünyası biz yetişkinlerinkinden çok farklı. Onların haşarılıklarını, taşkınlıklarını, delikliklerini, hareketliliklerini ya da sessiz kalışlarını, tepkisiz oluşlarını tek bir nedene dayandırmadan hüküm vermeyelim. Çocukken herkesçe yaka silkilen çocukların büyüdüklerinde ne kadar oturaklaştıklarına şahit oldum. Tam tersi küçükken çok akıllı, uslu diye övünen çocukların ilerleyen yıllarda çok farklı noktalara kayabildiklerini de gördüm. Zamanla olayların nasıl gelişeceğini bilemeyiz. Kendi çocuğumuz adına da garantimiz yok malesef. Ne kadar emek verirsek verelim, yine de çocuklarımızın çizeceği hayat çizgisini yüzdeyüz kontrol edemeyiz. Bu durumda yapılacak en anlamlı iş sadece bizim çocuklarımız değil, genişleyen bir anne şevkatiyle elimizin uzanabileceği diğer çocuklar için de elimizden geleni yapmak, her anneyi değerli, her çocuğu özel bilmek ve verdiğimiz emeklerin yanında bu konuda dualarımızı asla eksik etmemek....
1 Şubat 2014 Cumartesi
Prof. Dr. Nevzat Tarhan'in, her talebi karsilanarak simartilan bir cocugun ileride bencillik ve daha da onemlisi haz esiginin arttirilmasi ile doyumsuzluk problemi ile karsi karsiya birakilacagi riskini konu alan guzel bir yazisi.. Cok yerinde tespitler, paylasmak istedim..
Şımartılan çocuklar ileride büyük sorunlar yaşıyor.Çocuğunun her ihtiyacını karşılayan, bir dediğini iki etmeyen ebeveynler aslında çocuklarına kötülük yapıyor. Çünkü her ihtiyacı karşılanan çocuk bir süre sonra benmerkezci oluyor ve evin küçük hükümdarı haline geliyor. Hep almak istediği gibi vermeyi öğrenemiyor. Büyüdükçe istekleri de büyüyor, zevk eşikleri yükseliyor. Bir süre sonra ise sıradan şeylerden zevk alamaz olup, sıra dışı şeylere yönelmeye başlıyor. Tehlike de işte o zaman geliyor.

Benmerkezci çocuk daha kolay zevk tuzağına düşüyor
Ebeveynin çocukluk yaralarını onarmak için kendi çocuklarını kullanabildiklerine dikkat çeken Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ebeveynin aklın gereğinden ziyade duyguların gereğini yaptıklarına dikkat çekiyor. Hal böyle olunca çocukların zamanla evin küçük hükümdarları haline gelebildiğini vurgulayan Tarhan, çocuğun zamanla her şeyi yönetmeye başlayabildiğini kaydediyor. Tarhan her ihtiyacı karşılanan çocuğun bir süre sonra benmerkezci olabileceği uyarısında bulunuyor.
“Her ihtiyacı karşılanan çocuklar bir süre sonra benmerkezci olurlar, hep almak isterler, vermeyi öğrenemezler. Biraz daha büyüdüklerinde istekleri de büyür, zevk eşikleri giderek yükselir. Artık sıradan şeylerden zevk alamaz olur ve sıra dışı şeylere yönelmeye başlarlar. Zevk tuzağına kapılabilirler; iş uyuşturucu madde kullanımına kadar varabilir. Anne-babalar da ‘Biz ondan hiçbir şeyi esirgemedik, ona iki kişilik sevgi verdik. Neden böyle oldu?’ diye sormaya başlarlar.”
Bu tehlikeden uzak durmak için çocuklara arzularını durdurmayı, kontrol etmeyi, “dur-düşün-yap” mantığını öğretmek gerekir diyen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çocuğun ihtiyacı olmayan şeyi istediğinde çocuğa hayatta her arzulananın karşılanmasının mümkün olmadığını uygun bir dille anlatabilmesi gerektiğini ifade ediyor.
“Çocuk ihtiyacı olmayan bir şey almak istediğinde ona sevgiyle yaklaşıp ‘İhtiyaçlarını gidermeyi biz de çok isteriz. Senin mutluluğun bizim mutluluğumuzdur. Ama insanın hayatta tüm arzularının karşılanması mümkün değil. Sadece senin ihtiyaçların yok; kardeşinin de, evin de ihtiyaçları var’ şeklinde bir açıklama yapılmalı ve çocuğun arzularını kontrol etmeyi öğrenmesi sağlanmalıdır.”
Bu tarz bir açıklamanın çocukta sorumluluk duygusunu geliştireceğinin altını çizen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, çocuğa arzularını erteleme anlayışını aşılayabilmek için ebeveynlerin rol model olabilmesinin önemli olduğunu belirtiyor.
Anne-baba gerektiğinde “hayır” diyebilmeli“Bir şey alacakları zaman onun gerçekten ihtiyaçları olup olmadığını sorgulayan anne-babayı gören çocuk bir süre sonra aynı davranışı sergileyecek, sadece hoşuna gittiği için istediği bazı şeyleri almaktan vazgeçecek, ihtiyacı varsa onu edinme yoluna gidecektir.
Unutulmamalıdır ki, anne-babaların görevi çocuklarını mutlu etmek değildir. Gerektiği yerde hayır diyebilmelidirler. Çocuk üzülebilir, ağlayabilir ama iyi yönde değişmesi için bazı acılara katlanması gerekir.”